İMAM
NEVEVİ ŞERHİ |
93, 94, 95, 96, 97 ve 98 NOLU HADİS İÇİN AÇIKLAMA:
"Bir
gün Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanlar arasına çıkmıştı."
Yani onlar arasında görünmüştü.
Yüce
Allah'ın: "Ve sen yeryüzünü çırılçıplak (açığa çıkıp görünmüş)
göreceksin." (Kehf,47); "Hepsi toplanıp Allah'ın huzuruna
çıkacaklar." (İbrahim, 21); "Cehennem açılıp, gösterilir."
(Şuara, 91); "Callut'a ve askerlerine karşı çıktıklarında" (Bakara,
250) buyruklarında da aynı kökten gelen ... kullanılmıştır.
"Allah'a
ona kavuşmaya iman etmen, son dirilişe inanman" ifadesindeki
"son" anlamındaki kelimenin hı harfi kesrelidir. Yüce Allah'a
kavuşmak ile ölümden sonra dirilişe imanın bir arada zikredilmesinden maksadın
ne olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe göre kavuşmak, amellerin
karşılıklarının görüleceği ahiret yurduna geçmek ile gerçekleşir. Ölümden sonra
diriliş ise ondan sonra kıyametin kopacağı zaman gerçekleşecektir. Bir diğer
görüşe göre kavuşmak ölümden sonraki diriliş akabinde hesabın görüleceği esnada
olacak şeylere denilir. Diğer taraftan kavuşmaktan kasıt yüce Allah'ın görülmesi
değildir çünkü hiçbir kimse kendi adına yüce Allah'ı göreceğini kesin olarak
söyleyemez çünkü Allah'ın görülmesi müminlere özeldir. Hiçbir insan da son
nefesini ne halde vereceğini bilemez. Ölümden sonra diriliş (ba's)in son ile
nitelendirilmesine gelince, bunun beyan ve açıklamada bir mübalağa (abartı)
olduğu söylenmiştir. Bu abartının sebebi ise ona ileri derecede ihtimamın
gösterilmesi gereğidir. Bir diğer açıklama da şöyledir: Bunun sebebi şudur:
İnsanın dünyaya gelişi rahimlerden ba'sı (gönderilişi) demektir. Haşredilmek
için kabirden çıkışı ise yerden ba'sı (diriltilmesi, gönderilmesi) dır.
Bunların birbirlerinden ayırt edilmesi için ölümden sonra dirilişi
"son" ile kayıtlamış bulunmaktadır.
İbadet-----:
"İslam
Allah'a ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etmen, namazı dosdoğru kılman
... dır." İbadet, boyun eğmekle birlikte itaat demektir. Burada ibadet ile
yüce Allah'ı tanıyıp, onun vahdaniyetini kabul etmek anlamı da kastedilmiş
olabilir. Buna göre namaz, orucun, zekatın ona atfedilmesi bunların da İslam'ın
kapsamına alınması içindir. Böylelikle bunlar ibadetin kapsamı içerisine
girmemiş olurlar. Buna göre sadece bu üçünü zikretmekle yetinmesi bunların
İslam'ın rükünlerinden ve İslam şiarının en göze çarpanlarından olması
dolayısıyladır. Diğerleri ise bunlara katılır.
Bir
diğer ihtimale göre ibadetten maksat, mutlak olarak itaat etmektir. O takdirde
İslam'ın bütün görevleri onun kapsamına girer. Buna göre de namazın ve
diğerlerinin ona atfedilmesi şerefine ve meziyetine dikkat çekmek maksadı ile
genelden sonra özelin sözkonusu edilmesi türünden olur. Yüce Allah'ın:
"Hani biz nebilerden (özellikle de) senden, Nuh'tan ... ahidıerini
almıştık." (Ahzab, 7) buyruğu ve benzerlerinde olduğu gibi.
"Ona
ortak koşmamayı ibadetten sonra sözkonusu etmesinin sebebi ise katirlerin şanı
yüce Allah'a şeklen ibadet etmelerinden dolayıdır. Onlar onunla birlikte
Allah'a ortak olduklarını ileri sürdükleribirtakım putlara da tapıyorlardı.
İşte bununla böyle bir ibadeti reddetmektedir. Allah en iyi bilendir.
"Farz
olarak yazılmış namazı dosdoğru kılman, farz olan zekatı tastamam ödemen ve
ramazan orucunu tutman" Namazın "yazılmış" ile kayıtlanmasının
sebebi yüce Allah'ın: "Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir
farzdır." (Nisa, 103) buyruğundan dolayıdır. Çeşitli hadislerde de namaz
(farz olarak) yazılmış niteliği ile zikredilmiş bulunmaktadır. Şu buyruklarda
olduğu gibi: "Namaz için kamet getirildiğinde yazılmış olandan başka namaz
yoktur.", "Yazılmış olandan sonra en faziletli namaz gece
namazıdır" ve "Allah' ın (farz olarak) yazdığı beş vakit namaz"
hadisleri buna örnektir.
Zekatın
"farz olan" ile kayıtlanmasına gelince, bu miktarı belli olan zekat
demektir. Senesi dolmadan önce peşin olarak verilen (muaccel) zekatı dışarıda
tutmak için geldiği de söylenmiştir. Bu elbette ki zekattır ama farz olan zekat
değildir. Namaz ile zekat ile ilgili sözkonusu edilen kayıtlarda farklı
lafızlar zikredilmesi aynı lafzın tekrarı hoş olmadığından dolayı olduğu da
söylenmiştir. Zekatın "farz" olmakla kayıtlanmasının tatawu (nafile)
olarak verilen sadakayı dışarıda tutmak için olma ihtimali de vardır çünkü o da
sözlük anlamı itibariyle bir zekattır.
Namazın
ikame edilmesi {dosdoğru kılınması)nın anlamına gelince, bu hususta iki görüş
vardır. Birincisine göre bundan maksat namazın devamlı kılınması ve ona dikkat
edilerek gereği gibi korunmasıdır. İkinci görüşe ise gerektiği gibi tam ve
eksiksiz kılınmasıdır. Ebu Ali el-Farisi birincisinin doğru olma ihtimali daha
yüksektir, demektedir.
(Nevevi:)
Derim ki: Sahih'te sabit olduğuna göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: "Saflarda dosdoğru durunuz çünkü safları düzgün tutmak
namazı ikame etme (dosdoğru kılma)nın bir parçasıdır." Bunun anlamı ise
-Allah en iyi bilendir- yüce Allah'ın: "Namazı dosdoğru kılmız"
(Bakara, 83) buyruğunda emredildiği üzere ikame edilmesi {dosdoğru
kılınması)dir. Bu da ikinci görüşe ağırlık kazandırmaktadır. Allah en iyi
bilendir.
"Ramazan
orucunu tutman" ifadesinde ise çoğunluğun görüşü lehine bir delil vardır.
Bu da doğru ve tercih edilen görüştür. Bu ise "ay / şehr" kaydını
sözkonusu etmeksizin ramazan denilmesinde -bunu mekruh kabul edenlerin
görüşünün aksine- bir kerahet olmadığıdır. Bu mesele yüce Allah'ın izniyle oruç
bölümünde delil ve tanıklarıyla açıklanmış olarak gelecektir.
Kıyamatin Şartları (Alametleri)
-------:
"Sana
şartlarını söyleyeyim" buyruğundaki "eşrat (alametler)"
başındaki hemze fethalı olarak söylenir, tekili şın ve ra harfi fethalı olarak
"şarat"tır. Şartlar, alametler demektir. Bundan önceki olaylar diye
açıklandığı gibi, tam olarak gerçekleşmeden önce onun ile ilgili küçük haller
olduğu da söylenmiştir. Bütün açıklamalar birbirine yakındır.
"Dilsiz
hayvan çobanları ... uzun bina yapımında birbirleriyle yarışırlarsa" Bu
buyrukta geçen: "(...): Dilsiz hayvanlar" lafzı be harfi fethalı, he
harfi sakin olarak telaffuz edilir, koyun ve keçi türüyle küçükbaş hayvanların
yavrularının küçüklerine denilir. Özelolarak koyun türünün yavruları
(oğlakları) kastedildiği de söylenmiştir. Cevheri, Sıhah'ında sadece bu anlamı
vermiştir. Tekili "behme" diye gelir. Cevheri: Müzekker ve müennes
hakkında da kullanılır. (Sahı'in çoğulu olan) sıhal ise keçi yavruları (oğlakları)
hakkında kullanılır. (l/163) Eğer her iki tür bir arada ise "beham"
da denilir, "behm" de denilir. "Behm"in sadece keçi
oğlakları hakkında kullanılacağı da söylenmiştir.
Kadı
Iyaz: Bazı hallerde özel olarak keçi türü için de kullanılır, sözüyle buna
işaret etmiştir. Asıl anlamı "müphem söz" den gelmektedir.
"Beh'ime (dört ayaklı dilsiz davar)" de buradan gelmektedir.
Buhari'deki rivayette ise be harfi ötreli olarak "(......): Dilsiz
develerin çobanları" şeklindedir. Kadı Iyaz -Allah'ın rahmeti üzerine
olsun- der ki: Bazıları bunu be harfi fethalı olarak da rivayet etmiş olmakla
birlikte, develerin zikredilmesiyle birlikte bunun açıklanabilir bir tarafı
yoktur. (Kadı devamla) dedi ki: Biz bu ibareyi sondaki mim harfini hem merfu,
hem mecrur (kesreli) olarak rivayet etmiş bulunmaktayız. Bunu merfu olarak
rivayet edenler bunu çobanların niteliği (sıfatı) yapmış olurlar. Yani o
çobanlar siyah'i kimselerdir. Hiçbir şeyleri olmayanlar anlamında olduğu da
söylenmiştir. Hattabi de şöyle demektedir:
Bu
takdirde "beh'im"in çoğulu olur, bu da tanınmayan meçhul kişi
demektir. Durumu "müphem (bilinmeyen)" ibaresi de bu türden olan kişi
hakkında kullanılır. Mim harfinin kesreli okunması halinde ise bu kelime
develerin sıfatı olur. Değersiz olduklarından ötürü siyah olmakla
nitelendirilmiş oldukları anlamına gelir.
"O
serarl'yi kastediyor" ifadesinde seran kelimesindeki ye harfi şeddelidir.
Şeddesiz okunması da mümkündür, her ikisi de bilinen söyleyişlerdir. Tekili ye
harfi şeddeli olarak "sirriyye" şeklinde gelir, başka türlü gelmez.
İbnu's-Sikkit, Islahu'l-Mantık adlı eserinde şöyle diyor: Bu türden olup tekili
şeddeli olan bütün kelimelerin çoğul un da o harfi şeddeli okumak da, şeddesiz
okumak da caizdir.
Sirriyye
ise nikah anlamındaki "es-sirr"den alınmış ve cima için alınmış
cariye demektir. el-Ezherİ dedi ki: Sirriyye nikah anlamındaki "sirr"
den alınmış "firriyye" vezninde bir kelimedir. Yine şöyle der:
Ebu'l-Heysem sirr, sururdur derdi. Ona sirriyye denilmesinin sebebi ona malik
olanın süruru (sevinci) oluşundan dolayıdır. el-Ezheri dedi ki: Bu açıklama
daha güzeldir ama birincisi daha yaygındır.